top of page
Yazarın fotoğrafıM.Serhad SARIARSLAN

İşçi Sınıfının İktidar Arayışı

a)     Burjuvazinin işçi sınıfına saldırısında kurduğu yeni (!) bağlam:


Türkiye’de AKP’nin kuruluşu ve iktidar süreci emperyalizmin Türkiye’ye yeni ve kapsamlı müdahalesinin de dönüm noktasıdır. AKP çatısında birleşen gerici-liberal ittifak bu müdahalenin baş aktörüdür. İşçi sınıfına saldırıların daha fazla merkezileştiği ve yaygınlaştığı bu dönem, “Atatürkçülüğün” devlet aygıtının görünürde siyasal çizgisi olmasının da ilan edilmiş sonudur. Kemalizm, devletin resmî ideolojik tavrı olmaktan içerik olarak çok daha öncesinde çıkmışsa da bu dönemde Kemalizm karşıtlığı, iktidarın resmî ideolojik tavrı olması anlamında açık siyaset alanına taşınmıştır.

 

Devam eden dönem, sadece iktidarın değil, devlet aygıtının da Mustafa Kemal’den açıkça “kurtulma” tarihidir. Sermaye sınıfı, bu “kurtulmayı” zorunlu görmüştür. Toplumda daha sık kullanılan ifadesiyle “Atatürkçülük”, devlet görüşü olmaktan çıktığı oranda halk muhalefetinin en güçlü birleştirici siyasal hattını oluşturmuştur. Atatürkçülük, artık devletin değil, halkın geniş kesimlerinin görüşü haline gelmiştir.


Laiklik karşıtlığı, saltanat propagandası, “kovulan padişah” argümanından “sahip çıkılan padişah” argümanına dönüş,  Osmanlıcılık, İslamcılığın devlet aygıtlarının bütününün temel ideolojik hattı haline gelmesi, tevhid-i tedrisatı fiilen olanaksızlaştırmayı hedefleyen “maarif” açılımı, tarikat ve cemaatlerin siyasi örgütlenme kanalı olarak bizzat devlet tarafından meşrulaştırılması, tekke, zaviye ve türbelerin kapatılması ve bazı unvanların yasaklanmasının, uygulaması fiilen mümkün olmayan/uygulanmayan eski bir kanun haline getirilmesi gibi çok sayıda gerici müdahale, işçi sınıfına saldırının öncü siyasal hattıdır. Artı değer transferinin, her defasında yenilenerek ve artarak devamını siyaseten tahakküm ettiren ekonomi-politik hat, bu öncü saldırı ile örgütlenmektedir. AKP’nin tarihi, emperyalizmin bu cepheleri doğrudan açma tarihidir. Bu cephelerin terk edilmesi, karşı devrimin zaferini, sermaye sınıfının zaferiyle birleştirmektedir.

 

Bu dönemde burjuvazi, işçi sınıfına saldırı stratejisini, gericilikle siyasal hat ve ideolojik “bağlam kurma” yoluyla inşa etmiştir. “Atatürkçü” devlet görüşünün terk edilerek karşıt bir görüş haline getirilmesi, burjuvazi açısından, gericilerle ittifak yapabilmek için mecburen kabul edilmiş değildir. Tam aksine sermaye sınıfı, uzun dönemli hedeflerini gerçekleştirmede en önemli şartın bu olduğu üzerine stratejik hattını kurmuştur.

 

Bu metinde ilk kez kullanılan ve en sık karşılaşılacak ifade olan “bağlam”, sınıf savaşımında ilişkilendirmeler yoluyla merkeze güç taşınan ağları örmek ve bu ağ üzerinden yürüyerek savaşımda sınıfsal zaferler elde etmek anlamında, sonraki paragraflarda da kullanılmaya devam edecektir.

 

b)     İşçi sınıfı, savunma mevziindedir, siyasetini bu gerçeğe göre belirlemelidir.


İşçi sınıfı, gerici-liberal saldırıya karşı bu dönemde varlık gösterememiştir. Burjuvazi, geçmişte kendi cephesi olan mevzileri ateş altına almakta, bu mevziler işçi sınıfı siyaseti tarafından sahiplenilmediği oranda da sermaye sınıfı kendi hanesine zafer yazmaktadır. Oysa, işçi sınıfı savunma mevziindedir. Savunmayı oluşturacak temel siyasal hattı ve -sadece sınıfa değil- toplumun bütününe nüfuz edecek araçları geliştirememiştir. Bu saldırıyı, tarihsel olarak ancak işçi sınıfı ideolojisi ve onun öncü gücü püskürtebilir. Ancak, ateş altına alınan mevziler işçi sınıfının öncü siyasal aracı tarafından kapsanamadığından, burjuvazi ilerleyişini önemli bir direnişle karşılaşmadan sürdürebilmektedir.

 

c)     Türkiye’de burjuvazi ilericilik bayrağını işçi sınıfına devrederken, sınıf bayrağı kabul etmemektedir.


Burjuvazinin ilericilik bayrağını devretmesi, Türkiye’de işçi sınıfı siyasetinin bayrağı kabul etmeme refleksi ile karşılaşmıştır. Bu refleksin varlığı bilindiği ve gereğince sahip çıkılamayacağı görüldüğü için özellikle bu “bağlam” kullanılmıştır. Cumhuriyet devriminin, karakteristik olarak burjuva niteliği taşıyor olması, “doğu sorununda” aşiret örgütlenmesi içinde emperyalist devletlerle yer yer üzeri örtülü ya da açık işbirliği ile de kendini gösteren ayaklanmalar ve bu ayaklanmalara ilişkin yeni devletin gösterdiği refleks, Kürt gerçekliğine dair devletin geçmişten bugüne kadar temelde değişmeyen  siyaseti, yeni Cumhuriyet’in anti-komünist / sol düşmanı siyasi ekseni, işçi sınıfı siyasetinin Kürt siyasi hareketi ile eklemlenme / ardına düşme eğilimleriyle de güçlenen Kemalizm karşıtlığı ve benzer siyasi ve toplumsal yaralar günümüzde bu bayrağın teslim alınmasını fiilen engellemiştir. Türkiye solu, geçmişte bu sorunu aşmaya yönelik hamleler geliştirmiş ve zaman zaman kısmen de olsa başarılı kanallar açmışsa da her defasında doğrudan bu bağlam üzerinden siyasi operasyona uğramıştır. Özetle burjuvazi, işçi sınıfı siyasetinin tıkalı kanalları üzerinden oynayarak, bu bayrağın devrini fiilen engelleyen stratejiler geliştirmiştir. Bayrak, kimsenin almaya cesaret edemeyeceği bir yere düşmüştür.

 

 

d)     Sosyalizm mücadelesinin kurmakta zorunlu olduğu bağlam siyasetinin bugünkü durumu:


Türkiye işçi sınıfının, bu saldırıya üreteceği etkili yanıt, burjuvazinin kurduğu bağlamı görmek, aynı bağlamda hat oluşturmak ve ülkenin tüm ilerici unsurlarını bu hatta yığmakla mümkün olabilecektir. Sosyalistlerin görevi oldukça zordur. Bu görevi yerine getirmek, Atatürkçülük oynamakla suçlanacak tuzaklı yollardan geçmeyi gerektirmektedir. Ancak ateş altına alınan mevziler, uzaktan savunulamaz. Türkiye işçi sınıfı, bizzat bu mevzilere gelmelidir. Bir benzetme ile izah etmek daha etkili bir anlatım olacağından, devamında belirtmek gerekir ki geldiği mevzilere kızıl bayrağı da dikmelidir. Bunu, süslü ifadelerle anlatmak elbette kolaydır. Benzetme yapmaksızın, cesaretle ifade etmek gerekecektir.

 



Türkiye sosyalist solu, yukarıda anlatılanların belki biraz farklı bakış açılarıyla da olsa farkındadır. Bu duruma yönelik hamleler de yapmaya çalışmaktadır. Ancak, her dönemin devrimci öznesi değişmekle birlikte, sınıfı temsil iddiasında bulunma anlamında devrimci öznenin Cumhuriyet devrimlerine ve Mustafa Kemal’e yaklaşımı her defasında zorunlu referanslar bırakmaktan, sürekli olarak bir tür “yanlış anlama” korkusuyla yaşamaktan, jargonda ikilemde kalmaktan, tercih edilen jargonu diğer jargonla dengelemek gibi ince hesaplara düşmekten kaynaklı olarak siyasi ürkeklik içeren etkisiz dokunuşlarla sınırlı bir “tedirginlik” dışında maalesef hiçbir “bağlam” üretememiştir. Sosyalist solun aklı başında unsurları, ateş altındaki mevzileri de; bu mevziler tamamen düştüğünde işçi sınıfının düşeceği durumu da görmektedir. Ancak buna dair üretilen siyasetin hiçbir etkisi yoktur.

 

e)     Türkiye işçi sınıfının ateş altındaki mevziye sahip çıkarak topluma nüfuz etmesi


               Devrimler, çok sayıda örnekte, öncü gücün dönüştürmeye çalıştığı toplumda, elden giden bir şeye sahip çıkması ile mümkün olmuştur. Dünya devrimler tarihi, bunun sayısız örnekleriyle doludur. Sosyalizmi kendi başına değil, toplumca sahip çıkılan bir “şeye” dolayarak ve doladığı şeyle bütünleştirerek iktidara getirmek, devrimci zaferler tarihinde çok sık görülmüştür. Latin Amerika sosyalizmi, Marx’ın hakarete varan ifadelerle yerden yere vurduğu Simon Bolivarla dolanıktır. Küba sosyalizmi Jose Marti ve benzerleriyle. Çünkü bağlam kurmak, dolanık kılmaktır. Türkiye’de Cumhuriyet düşmanlığı ve sermaye sınıfı saldırıları da birbirlerine dolaşıktır, dolanıktır. Türkiye’de sosyalizm mücadelesi de bu mücadelesini, tarihsel bir zorunluluk gereği 1919’la, Cumhuriyet’le, Kuvâ-yı Milliye ile, laiklik ile ve bu hattın benzeri diğer ilerici unsurlar ile dolanık kılmak durumundadır. Ancak kendimize cesaretle şunu itiraf etmek durumundayız. Toplumsal gerçeklikte, laiklik, cumhuriyet, kurtuluş, ilericilik ve bugünlerde sıklıkla “yaşam tarzı” ya da “medeni toplum davranışları” diye ifade edilen “yaşamsal özgürlükler”, kendi başlarına yalnızca “yaşam tercihi” olma kıskacı altındadır. Bunu, “yaşam tercihi” olmaktan çıkartıp siyasi tercih haline getiren yegâne unsur çok açık ki Mustafa Kemal’dir. Bu nedenle, toplum Mustafa Kemal’e sevgi duymaktadır. Bu sevginin, siyasi olarak içinin boş olması, dolu olması, kendi içinde çelişkiler barındırıp barındırmaması, açıklanmak istenen bağın bir parçası değildir. Neticede, bu bağ vardır ve bu bağ sayesinde bizim de “Cumhuriyet’in kazanımları” dediğimiz siyasal devrimler siyasi bir güç haline gelmektedir. Mustafa Kemal’e sadece saygı duyarak, bazı özel günlerde “selam” da göndererek illiyet bağını siyasi bir koçbaşına dönüştürmek imkansızdır. Tarihin diyalektiği bugün için işçi sınıfına bu bağlamı dayatmıştır.



 

Tarih bazen dayatır. Doğacak olan sentezi, nitelikten dönüşecek olan niceliği, olumsuzlananın olumsuzlamasını kendi diyalektik yerelliğinde dayatır. Mustafa Kemal’le aramızdaki mesafeyi referanslarla doldurup sonrasında uzaktan oraya el sallayamayız.  “Kendimizi kurtarma” çabasını aşıp sınıfı kurtarma görevini cesaretle yerine getirecek bir hat oluşturmak zorundayız. Bugüne değin yaratılan ve aslında temelde hepsi birbirine benzeyen araçlar, her defasında benzer sonuca ulaşmış, sönümlenmiş, sosyalist solu topluma nüfuz etmiş bir güç kılacak etkiyi yaratamamıştır. Çünkü, tarihsel kesit, bizim kullandığımız yöntemleri sonuca ulaştıracak güç noktalarını -bugün için- yaratmamıştır. Bu noktaların var olmasını da bekleyemeyiz. Dolayısıyla bugün için “var olanı” sosyalizmle dolanık kılıp devrimin fitilini ateşlemek zorundayız. Tarihte devrimci özneler bunu sıklıkla yapmıştır, ülkemizde de yine yapmak zorundadır.

 

f)      Burjuvazi, Kemalizm’in içini tamamen boşaltmak ve hatta yalanlarla yeniden doldurmak yerine onu neden terk edip karşı sınıfın önüne attı?


Burjuvazinin, çok sayıda tarihsel gerçekliğin içini boşalttığı, yerini yalanlarla doldurup kendi sınıfı için onu tekrar kullanışlı hale getirdiği çok sayıda örnek mevcuttur. Ancak, bazı kavramların içini boşaltmak yerine onu tamamen terk etmek iki nedenle zorunludur. Birincisi, kendisi kullanmaktansa karşı sınıfın önüne bırakmak, işçi sınıfını paralize etmeye hizmet edebilir ve bu da sermaye sınıfının işine gelebilir. İkincisi ise kavramın özü, çeperleriyle bir bütünlük arz ediyorsa, içini boşaltmak, kavramın özüne aykırı olabilir. Yani öz boşaltılmaya müsait kopuklukları içermiyorsa; özü, görünüşünün tarihsel bir nedeni halinde ise her boşaltılma denemesinde, yok olup aynı anda yeniden var olan bir siyasal varlık durumunda olabilir. Bu durumda da içini boşaltmak da, yeniden doldurmak da, yok etmek de mümkün olmaz. Karşıtının önüne bırakmak tek çare kalır. Türkiye’de Kemalizm de hem birinci nedenle hem de ikinci nedenle, bugünkü burjuvazi tarafından istenildiği biçimde içi boşaltılıp doldurulamayan siyasi bir varlık durumundadır. Burjuvazi, bu kavramın özü ile çeliştiği için kavramı dolayarak da kullanamamaktadır. Oysa, işçi sınıfı ideolojisi, Cumhuriyet devrimleriyle devrimlerin özüyle çelişmeyen çok sayıda ortak frekansa sahiptir. Bu siyasal varlık, elbette burjuva karakteri taşır. Ancak, karakteri burjuva olsa da özü itibariyle ilericidir ve onun ilericiliği hüküm sürdüğü tarihsel kesitte öylece donmuştur.

 


Kavramın, karakteristik olarak işçi sınıfı ideolojisi ile uyumsuz olması, onun yeniden dolanık kılınmasını asla engellemez, aksine yenisi ile doladıkça kabuğundan kurtulur ve aynı özle, yeni bir karakter kazanır. Dolayısıyla, Türkiye’de işçi sınıfı ideolojisinin, Mustafa Kemal’in siyasi varlığını kendisi ile dolanık kılması da, onun özüne dokunmadan kuvvetli bir bağlam kurması da eşyanın tabiatı ile uyumludur.

 

g)     Neden olmasın?

 

Sosyalizm mücadelesinin topluma nüfuz etmesi, sınıfın meşru aklı olarak kabul görmesi halinde anlamlı olacaktır. Cumhuriyet devrimlerinin lideri konumundaki Mustafa Kemal Atatürk’ün siyasi varlığı, toplumda geniş yer bulan siyasi nüfuz alanı itibariyle sosyalist solun ülke siyasetindeki özgül ağırlığıyla orantısız büyüklükte bir toplumsal siyasi gücü tanımlamaktadır. 

 

Cumhuriyet devrimlerinin ancak sosyalist bir devrimle zaferini sürdürebileceği, sermaye sınıfının ve düzen partilerinin hiçbirinin böyle bir misyonun taşıyıcısı olamayacağı, bunun aksinin tarihsel aklın açıkça inkârı olacağı tartışma götürmez bir gerçekliktir.

 



İşçi sınıfı siyasetinin, buraya kadar ortaya konulanlara uygun bir tavır ve siyasi duruş içerisinde olması, yıkılan Cumhuriyet’in 1923 koşullarıyla yeniden dirilebilmesinin tarihsel olarak olanaksızlığını gördüğü ve bu durumun da tarihsel olarak kendisine bir görev yüklediğini kabul ettiği anlamı taşır. Bu tarihsel gerçeklik (1923 Cumhuriyeti) biri 1923’ün mağlubiyetiyle diğeri zaferiyle olmak üzere iki şekilde ortadan kalkabilir. Birincisi; emperyalizm, sermaye sınıfı ve AKP iktidarı, ortada bıraktıkları Cumhuriyet’in tabutunu kaldırıp kendi iktidarını sosyolojik ve siyasi olarak inşa ettiğinde (yenisini kurabildiğinde)- ki bu ortadan kalkma 1923’ün mağlubiyeti anlamı taşır- ikincisi ise tarihsel olarak Anadolu topraklarında ilericiliğin tek temsilcisi haline gelen işçi sınıfı ideolojisi, bu mecranın tek meşru temsilcisi olarak  tarih sahnesine damgasını vurduğunda ! – ki bu da 1923’ün sosyalizmle taçlandırılmış zaferidir.-

 

 

留言

無法載入留言
似乎有技術問題。請重新連線或重新整理頁面。
bottom of page