top of page
Yazarın fotoğrafıM.Serhad SARIARSLAN

İsrail'in İstediği: Boykot Pasifizmi




Toprağa tuz ekilince tuz ağacı çıkacağını sanan iki aklı evvel tarlaya tuz ekmişler. Gel zaman, git zaman ekilen tuz bir türlü bitmek bilmemiş. Neticede tuzu çalan veya yiyen bir haşeratın olduğu kanaatine vararak beklemeye, gözlemeye karar vermişler. Silahlarını alan iki arkadaş tuz tarlalarının başını beklemeye başlamışlar. Uzun zaman ne gelen olmuş ne giden. Öğle sıcağı basmış, bir kenara çökmüşler. Bu sırada birinin alnına bir sinek konmuş. Kendi alnına sinek konan, arkadaşını dürterek sineği göstermiş:


– İşte bizim tuzları yiyen. Vur onu!


Arkadaşı silahını çektiği gibi sineğe ateş etmiş. Hem sinek, hem arkadaşı öbür dünyayı boylamış. Diğeri, arkadaşının ölüsü başında şöyle söylenmiş:


– Bir sizden, bir bizden. Hem de olduk bir okka tuzdan.


İsrail’i boykot ederek yüreğini ferahlatmaya çalışan iyi niyetli halkın, arkadaşının alnına konan sineği vurması misali çeşitli içecekleri içmeme yönündeki tüketici davranışından hareketle toplumların öfkelerinin zalimlere zarar vermeyecek bir mecraya yönlendirilmesinin siyasi ve toplumsal yönünü incelemeden önce; boykot davranışı gösterilen ürünlere ilişkin bazı bilgiler vermek gerekecek. Örnek olsun, Türkiye’de en çok tüketilen içeceklerden olan Coca Cola markası sermayesinin % 80’inin Türkiye’de olduğu (Anadolu Grubu, Özgerkey Holding ve BİST’te işlem gören halka açık kısım); yaklaşık % 20’sinin ise Coca Cola Company mülkiyetinde bulunduğu bilinmektedir. Türkiye’de 12 fabrikası bulunan firmanın yıllık kar marjı, faaliyet raporunda % 8 olarak açıklanmış. Yaklaşık % 10-12 kadar bayi kârı da eklendiğinde; marketten satın alınan kola içeceğinin fiyatı içinde yer alan üretici firma kârı yaklaşık % 7 olarak hesaplanmaktadır. Bu tutarın % 20’si Coca Cola Company mülkiyetinde olmakla, 1 litre içecek için ödenen tutarın % 1,4’ünün Coca Cola Company bilançosuna yazıldığını görebilmekteyiz. Üretim maliyetleri içerisinde, Coca Cola Türkiye firmasının, Coca Cola Company için ödediği olası bedelleri de dikkate alırsak bu oranın % 5’i geçemeyeceğini tahmin etmek zor olmasa gerek. %95’i ise Türkiye ekonomisinde kalıyor. Görülebilmektedir ki 30 TL’lik 1 litre kolanın boykot edilmesinin, Türkiye ekonomisine maliyeti 28,5 TL iken, ABD ekonomisine maliyeti ise 1,5 TL dolayında kalıyor. Yapılan boykot, Türkiye’deki 12 fabrika, bu fabrikalarda çalışan beyaz ve mavi yakalı işçilerin istihdamı, lojistik aşamasında kazanç elde eden yatırımcı ve çalışanlar, ürünün tüketiciye satılmasını sağlayan bakkal-market ve benzeri işletmelerin yatırımcı ve çalışanları, ürünün plastik ve benzeri yan gereksinimlerini karşılayan firma yatırımcı ve çalışanları ve bu ürünün üretilmesinden ve satışından doğan gelir vergisi, çalışan sigorta-sosyal güvenlik ödemeleri, tüketicinin ödediği KDV ve benzeri yükümlülükler toplamından oluşan devletin gelir kaybını üst üste yazdığınızda bulacağınız kayıp tutarı; litre başına 28,5 liranın içindedir. Kalan 1,5 TL, ABD’de % 100’ü halka açık olan Coca Cola Company’nin gelir kaybıdır. Coca Cola Company’nin en büyük hissedarları arasında her ne kadar hiçbir İsrail vatandaşı bulunmasa da, ABD’de ana üretici firmanın İsrail’e destek verdiğini varsaysak bile zararın neredeyse tamamının kendi ekonomimize yansıdığını görebiliyoruz. Ülkemizde 2023 verilerine göre paranın dolanım hızının yaklaşık 6,7 olduğu düşünüldüğünde Türkiye’de içilmeyen 1 litre kolanın, ülke ekonomisinde 28,5 TL x 6,7 = 191 TL durgunluğa neden olabileceği hesaplanabilir. ABD’de, tamamı halka açık bir şirkete 1,5 TL kaptırmamak için, kendi ekonomimizde boykot yoluyla 191 TL durgunluğa neden olmanın arkadaşının alnındaki sineğe ateş etmekten pek bir farkı olmasa gerek.


Benzer hesapları çeşitli kahve zinciri markaları ve giyim markaları için de hesaplamak mümkün. Nihayetinde boykot ettiğiniz ürün doğrudan yurtdışından ithal edilmiyor, kendi ülkenizde üretiliyorsa, yaptığınız boykot kendi ayağınıza kurşun sıktığınız anlamına gelir. 12 kola fabrikasının örneğin ikisi kapandığında, İsrail’in ruhunun duymayacağı, kendi vatandaşımızın ise işsiz kalacağı aşikardır.


Durum böyle iken İsrail’e hiçbir etkisi ve zararı olmayan bu tür boykot davranışlarının neden örgütlendiğini, örgütlenmenin ise aşağıdan yukarıya değil, özellikle medya araçları ve topluma sesini duyurabilme olanakları bulunan belirli kişi ve kurumların yönlendirmesi yoluyla yukarıdan aşağıya neden örüldüğünü anlamak için komprador burjuvazinin sıklıkla uyguladığı bazı stratejilere değinmek gerekecek. Bunlara, taktik değil de özellikle strateji dememizin nedeni, oldukça uzun vadeli ve çok fazla mecrada, birbirinden oldukça farklı amaçlarla kullanılıyor olması ve her bir amaç için ayrı taktiksel farklılıkları bulunmasıdır.


Geçmişte, solcu gençler yabancı sigara içmez, içenlere de neredeyse hain gözüyle bakardı. Tüm sigara markaları, yabancı şirketlere satılınca hepsi yabancı sigara içmek zorunda kaldı. Devrimci ahlakını, yerli malı haftası sponsorluğuna indirgeyen teorik dayanaktan yoksun pratik gösterişçiler, TEKEL’in peşkeş çekilmesi sonucunda sermayenin vatanı olmadığı gerçeğiyle yüz yüze geldi. Sonrasında neyse ki çoğu “dönek bereketi”ne katıldı da; bu saçma anlayıştan kurtulmuş olduk.


“Toplumsal” lafzıyla genelleme içeren cümle kurmanın teorik handikapları olduğunu biliriz, öyledir. Doğrusu, çoğu durumda “sınıfsal”dır. “Toplum” denilince akla burjuvazinin gelmiyor olmasının, bizi bu hatanın sonuçlarından kurtardığı sanılmasın. İçeriği ve kastı silikleştiren kullanımlardan kaçınmak, insanın ne anlatmak istediğini keskinleştirir. Doğrudur, sınıfsal olmakla, üretim araçları mülkiyeti ile topluluğun ilişkisini belirterek illiyet bağları derinleştirilir; “toplum” ifadesi ise bu mülkiyet ilişkisinden bağımsız olarak belirli bir vatan üzerinde ortaklaştırılabilinmiş davranış ve düşünüş eğilimlerini temsil etmekle, sorunların sınıfsal kökenlerini ıskalar. Toplumsal öfkenin ise sınıfsal öfkeden bu anlamda belirgin farkları vardır. Boykot pasifizmi -ki evet; bu apaçık bir pasifizmdir- “toplumsal”a tekabül eder. Sınıfsal bir anlam ilişkisini içerecek olsa “toplum” ifadesi hem eğreti dururdu; hem de toplumlar bir anlamda tüketici iken; “sınıf”, “üretici” olmakla “toplum” kavramıyla arasındaki keskin ayrılığı bilince çıkartır. Böylelikle; sınıfsallıktan azade kılınmış çıplak bir toplumu -sınıf bilinçsiz toplum, doğrudur, çıplaktır- ifade etmek maksadıyla “toplumsal” lafzı içerecek şekilde az sonra kurulacak genelleme; teorik bir handikap içermesi bir yana dursun, ekseriyetle doğru ve yerinde bir tercih olacaktır: “Toplumsal öfkeler, burjuvazi tarafından bir yerlere kanalize edilmek durumundadır.”


Burjuvazinin bir sınıf olarak; sürekli mücadele içinde olduğu işçi sınıfının yanı sıra, “toplumla” da sorunlu olduğunu, çünkü toplumun sınıftan ne kadar ayrılsa da dönüp dolaşıp yine “halk” olduğunu biliriz ve onlar da bizim bildiğimizi bilirler. Sınıf sömürüsü, toplumları fakirleştirirken; savaştırırken; zulmederken; cahil ve eğitimsiz bırakırken; aptallaştırırken; toplumda biriken öfkeyi bir yöne çevirmek, cerahati akıtmak durumundadır. Vücudu sarmadan, ilerlemeden; sıkarlar ve patlatırlar. İrinini akıtırlar. Sınıfsal karşıtlıkları görünmez kılmanın bir yolunu da sınıfı, halka; halkı topluma dönüştürmekle buldularsa da; yetmemiştir; biliriz, yetmez. Toplumu da tüketiciye dönüştürmek, sınıfsal ortak akıllarının gereğidir. Hepimize, hem ayrı ayrı bireylerin toplamından fazlası olan hepimize ve hem de ayrı ayrı bireylerin toplamından fazlası edemeyen hepimize -ki aradaki fark örgütlülüktür- aynı şeyi söylerler: İsrail ve ABD burjuvazinin karşısında duran küresel işçi sınıfı zinhar olmadığımızı ve bunu aklımızdan bile geçirmemizin abesle iştigal olduğunu anlatırlar. Olsak olsak toplum olabileceğimizi demeye koyulurken; İsrail zulmüne karşı “toplumlar”ı meşru saymakla da büyük risk alacaklarını bildiklerinden; toplumu da tüketiciye dönüştürmenin en kolay yoludur “boykot”. Sınıflar boykot etmez, halk boykot etmez, toplumlar boykot etmez. Boykotu yapan zavallı tüketicidir. İsrail saldırısının başladığı gün ABD’nin tüm gücüyle İsrail’in arkasında olduğunu açıklaması birlikte bir sınıf olmalarındandır. Kendileri sınıfsal reflekslerini diri tuturken; bizi bırakın sınıf olmayı; toplumdan, halktan bile saymayan, tüketiciye indirgeyen pasifizm tuzağıdır boykot. Bir şeyleri yemezsin, içmezsin; bazı kahve mağazalarına girmezsin olur biter; çünkü zaten tüketicisin, başka ne yapabilirsin ki? Tüketicinin en büyük gücü, tüketmemektir. Seni tüketiciye indirgemelerinin amacı da zaten o en büyük gücün bile bir anlam ifade etmemesidir. Toplumları tüketicilere dönüştürerek, öfkelerini tüketim alışkanlıklarını değiştirmek yoluyla bastıran; neyi satın alıp almadığımızla sınırlı bir davranışı, “tepki” yutturmacasıyla pazarlayan akıl; toplumsal öfkeyi kanalize edip boşaltmıştır, cerahati patlatmıştır. Dolayısıyla oyundur. Tüketim alışkanlıklarını değiştirmek gibi etkisiz tepkisel davranışları dahi, kendi ekonomilerine zarar vermeyen, aksine boykotun uygulandığı ülkenin ekonomisine zarar veren bir çerçeveyle sınırlamaları ve bu çerçeveyi de İsrail’e bir zararı varmış gibi pazarlamaları sermaye diktatörlüğünün sınıfsal aklının ürünüdür.


Malatya’nın Kürecik nahiyesinde bulunan Kürecik NATO radar üssü, her ne kadar sözleşmemizde “NATO üyesi olmayan ülkelerle bilgi paylaşımını” yasaklasa da ABD’nin, Kürecik üssünden elde edeceği kritik askeri bilgileri İsrail ile paylaşmayacağını düşünen var mı? İsrail bu bilgilere ihtiyacı olduğunda, Coca Cola şirketinden değil; ABD kanalıyla Kürecik’ten alıyor. (Kürecik radarı, İran’dan İsrail’e yapılabilecek olası saldırıları füze ateşlendiğinde tespit edebilme yeteneğine sahiptir. İsrail’deki radar sistemleri ise füze ateşlendikten 300 km sonra tespit yapabilmekte ve bu durum İsrail’in saldırıyı engelleme kabiliyetini çok büyük oranda düşürmektedir.) Doğruluk Payı internet sitesi tarafından doğrulanan verilere göre sadece 2023 Yılı Ekim, Kasım ve Aralık aylarında Türkiye’den İsrail’e 1 Milyar USD’yi aşkın ihracat yapıldığını, İsrail’in saldırılarını 7 Ekim’de başlattığını, Türkiye’nin İsrail’e en çok ihraç ettiği ürünlerin çelik ve kimyevi maddeler olduğunu* okuduğumuzda, İsrail’in bu ihtiyaçlarını (Çelik ve Kimyevi maddeler) Starbucks’tan karşıladığı sonucuna mı ulaşıyoruz?


“Boykot” davranışının toplumları, halkları, sınıfları nasıl birer tüketiciye indirgediğini; boykot pasifizmini tepki gösterimi olarak pazarlayıp kendilerine hiçbir zarar vermeden toplumsal öfkeyi boşaltabildiklerini; tüketiciye çevrilen halkların tüketim alışkanlıklarına yönelik manipülasyonlarla, bu toplumları aslında doğrudan kendi ekonomilerine zarar veren etkisiz topluluklara dönüştürdüklerini bilirler; hep bildiler. İsrail’in onbinlerce insanı; çocuk, kadın, genç demeden soğukkanlılıkla katletmesine karşı gelebilecek olan halk, örgütlü halktır. İsrail komprador burjuvazisi, kola-kahve içmeyen insanlardan değil; örgütlü halklardan korkar!



Comments

Couldn’t Load Comments
It looks like there was a technical problem. Try reconnecting or refreshing the page.
bottom of page