top of page
Yazarın fotoğrafıM.Serhad SARIARSLAN

Bir hırsızlık yolu olarak faiz üzerine...

 

Faizin doğrudan bir hırsızlık biçimi olarak tanımlanması, onu parçası olduğu sistemin bütününden ayrıştırıp, bütünü aklarken parçayı istisnai bir kavram olarak suçlayan kolaycılığa kapı aralamaktaysa (bkz.Mülkiyet hırsızlık mı?) veya böyle anlamaya imkan kılacaksa biraz daha açalım öyleyse: Kapitalizm bir hırsızlık organizasyonudur, faiz bu organizasyonun çalma biçimlerinden yalnızca biridir.

 

               Kabaca, faiz paranın kirasıdır. “Bu parayı sana vermeyip de başka amaçlarla kullansaydım paradan para kazanacaktım, oysa sana verdiğim için bundan mahrum oldum, o halde bu paranın sende kalacağı süre için bana bir kira ödemelisin” demektir. Başkasının evini kullandığınız zaman kullandığınız süre için bir bedel ödersiniz ve bunun adı konut kirasıdır. Aynı şey diğer tüm edinim araçları için de geçerlidir.

 

Başkasından belirli bir süre için para aldığınızda da aynı şekilde bunun için bir kira ödersiniz. Bunun adı da faizdir. Kâr payı da faizsiz bankacılık adı altında, “ben senden aldığım bu parayı kendi hesabımda mala dönüştürüp çalıştırıyorum ve bu çalışma bana bir para kazandırıyor, ben de sana kazanılan bu paradan bir pay veriyorum” demektir. Dolayısıyla her ikisi de mevcudiyetinden mahrum olunan bir paranın kabaca alternatif maliyeti oranında bir tutarın parayı verene fazladan ödenmesi esasına dayanır. Birinin oranı önceden bellidir, diğeri ise vade sonunda kazanılacak paraya göre sonradan belirlenir. Ne tesadüftür ki her ikisi de istisnalar dışında neredeyse aynı oranları göstermektedir. Faizsiz bankacılık yoluyla konut finansmanı kullandığınızda, ödeyeceğiniz kâr payının önceden belli olması onun faizle arasındaki göstermelik farkını dahi tamamen belirsizleştiriyor olmasından da belli ki; faizin farklı kültür, ekonomi, inanç topluluklarında farklı isim ve kavramlaştırmalar adı altında, kulağını öteki taraftan göstermek yoluyla meşrulaştırılması kapitalizm için elzemdir.


Kapitalizmi aklayıp faizi karalamak kendi içinde derin çelişkiler içerir. Kapitalizmin temel dayanaklarından biri de kıtlık rantıdır. Temelde az olanın daha kıymetli olması anlamına gelen kıtlık rantı, bir şeyin hiç var olmamasını değil, ihtiyaç duyanların buna erişemiyor olmasını ifade eder. Örneğin bir kişinin 250 dairesi olabilir. Ancak piyasada satışa sunulmuş yalnızca 150 daire varsa ve konuta ihtiyacı olan 400 kişi bulunuyorsa “burada ihtiyaç sahibi 400 aile ve 400 konut var ve bu nedenle kıtlık rantı oluşmaz” diyemeyiz. Çünkü satışa sunulmuş yalnızca 150 konut vardır ve bu 150 konuta 400 aile taliptir. Bu durumda en fazla parayı vermeyi kabul eden 150 aile bu konutlara ulaşacaktır. Böylelikle önceki cümlede geçen “en fazla” ifadesi oluşan kıtlık rantını tarif eder. Demek ki birileri, ihtiyacından çok daha fazlasına sahip olmuşsa, bu sahip olunanlar boş boş beklese dahi diğerleri buna ulaşmak için çok daha fazla ödemek zorunda kalmakta ve bunu ödeyemeyenler de ağzını açıp havaya bakmaktadır. Onlar da ödeyebilecek olsalar yine bir şey değişmeyecek, kıtlık rantı daha da artacağından, bu konutlar için ödenmesi kabul edilen tutarlar daha da artacak ve yine aynı sayıda aile evsiz kalırken, konuta ulaşabilenlerin cebinden daha fazla para çıkacaktır. “250 dairesi olan, bunu kendi çalışkanlığı, becerisi, girişimciliği ile kazandıysa onun hakkıdır, bunda onun bir suçu yoktur” diyebilirsiniz pekâlâ. Doğruyu gözünden vuran atasözlerimizin sayısı az değildir, “çok laf yalansız, çok mal haramsız olmaz” derler. Burada kastedilen, “birinin çok malı varsa çalmıştır” değildir. Çok mal edinmenin hırsızlık dışında bir yolu yoktur demektir. Ancak hırsızlığı bireysel bir eylem gibi gördüğümüzde bunu aklımızda anlamlandıramayız.


Şöyle bir örnekle üzerinden geçip asıl konuya döneceğim: Yakınınız işe girsin diye tanıdık birilerinden yardımcı olması amacıyla ricada bulunmak neredeyse hepimizin istisnasız meşru sayacağı bir eylemdir. Oysa eylemin kendisi, o iş için daha uygun olan biri yerine, kendi yakınımızın haksız avantaj elde etmesi esasına dayanacağından, bu davranış haksız bir kazancın yolunu açar. Ancak diğer herkes de ulaşılabilen tanıdık isimlere aynı ricada bulunacak olduğundan, kimseden bir ricada bulunmamak, kendi hakkımızı yedirecek olmamız anlamına gelir ve bu nedenle birilerinden ricada bulunmuş olmak bizim açımızdan durumu eşitler. Böylelikle yaptığımız bu davranış meşrulaşmış olur. Sonuçta en çok hak eden değil, torpili en çok olup da işi de iyi kötü yapabilecek biri kapar o işi. Böylelikle, o işi gerçekten en çok hak eden kişinin hakkı “toplumsal olarak” gasp edilmiş olur. Burada tek tek bireyler olarak düşünüldüğünde ortada bir hak yeme yokmuş gibi düşünülse de toplumsal olarak hak edenin hakkı açıkça gasp edilmiştir. Bireylerin kendi isteklerinden bağımsız olarak toplumsal büyük bir hakka girme mekanizması işlemektedir ve hak gaspı da bu mekanizmanın bir sonucudur. Bu örneğin adaletin bireysel değil toplumsal yapısını açıkladığı gibi, zenginliğin de bireysel değil toplumsal yapısı vardır. Bireysel olarak hak edilip kazanıldığı görüşü hâkim olunan büyük zenginlikler, özünde toplumsal büyük bir hırsızlık mekanizmasının sonucu olarak meydana gelir. Dolayısıyla çok lafın yalansız, çok malın haramsız olmamasının temeli bireysel kararlar değil toplumsal ve iktisadi mekanizmalardır.

 

Büyük zenginlikler, büyük fakirliklerin hem nedeni hem de sonucudur. Paranın üzerinde yazan rakam değil, o parayla ne alınabildiği önemli olduğu için büyük zenginliklere küçük azınlıkların sahip olması, geri kalanların ellerindeki parayla satın alabildiklerini azaltır; çünkü mesele elinizdeki paranın azalması ile sınırlı değildir, onunla alabileceklerinizin azalması sizi fakirleştirir.

 

Dev holdinglerle yapılan, yetkili uyuşmazlık makamı da Londra Tahkim Mahkemesi olarak kabul edilen (İngiliz Mahkemeleri bizi yargılamasın, kendi bağımsız yargımız olsun diye İstanbul’u geri aldık, yine yetkiyi İngiliz hâkime verdik, iyi mi!) çeşitli sözleşmeler uyarınca, bizlerin tahayyül edemeyeceği tutarlarda ödemeler sözleşme tarafı bu dev holdinglere yapılmaktadır. Örneğin, maliyeti 1,5 Milyar USD olan Osmangazi Köprüsü için kamudan yaklaşık 19 yılda 10,5 Milyar USD ödeme yapılacaktır.* Kur korumalı mevduat adı altında paralarını nereye sığdıracağını bilemeyen bir avuç süper zengine (3 kuruş parasını kur korumalı hesaba yatıranları saymayın, onlar çerez kalır) 1.100.000.000.000 TL kamudan ödeme yapılmıştır.*² Sıfırları sayamadınız değil mi? Üstelik bu rakamlar bugüne dönüştürülmüş rakamlar değil, 2022 ve 2023 yıllarına ait.

 

Yukarıdaki paragraftakine benzer örnekleri sıralasak, yazacak yer bulamayız, sadece iki tanesi meramı anlamaya yetmiştir. Yetmemişse, davul zurna çalsak da az gelecektir. Şimdi bu durumda parayı dev para babalarına ödemek için ne yapmak lazım? Çoğunluğu bordrolu garibanlardan toplanmış olan gelir vergileri ve tüketimden toplanan vergiler yeter mi? Doyacak olunsa dünyaya yeter aslında ama kapitalizm doyumsuzdur, para babaları da öyle, doyuramazsınız. O zaman para basarız, meseleyi çözeriz. Şimdi bu çözme işine gelince; merkez bankasında basılan paranın matbaadan sıcak sıcak çıktığını düşünüyor olabilirsiniz, teknik olarak doğrudur da; ancak işin esası o para senin benim cebimden çıkmaktadır. Şimdi, merkez bankası parayı basınca ne olur? Enflasyon. Enflasyon olunca çarşıya çıkıp 320 liraya aldığın kıyma 660 lira oldu mu? Oldu. Aradaki fark ne kadar? 340 TL. Yani sen 320 lira kıymaya, 340 lira da kur korumalı hesabına sıfırlarını sayamadığımız paralarını tıkıştıran para babasına verdin. Ona vermediysen Osmangazi Köprüsü için gereken parayı tamamladın. İşte buna da servet transferi derler. Benim servetim yok ki benden bir şey transfer edemezler denilmesin, benzini hep 50 liralık alan 40 kişi birleşince arabanın deposu doluyor. 800-900 kişi birleşince lüks yatın deposu doluyor. Yani fakirlerin ekmeğinden, kıymasından verdiklerini birleştirince servet oluyor, o nedenle servet transferi deniliyor.

 

Şimdi denilecek ki beşli çete de var. Beşli çete lafı, bütün çeteleri aklayıp 3-5 tanesine suçu yıkma oyunudur. Kapitalizm çete düzenidir. Hani depremlerde birkaç müteahhidi içeri tıkıp asıl suçluları bırakıyorlar deniliyor ya, işte bu hikayedeki beşli çete de o 3-5 müteahhit gibidir, diğerlerini aklamak içindir. Biliriz, düzen partileri hep aklarlar, görevleri bellidir. Aralarındaki farklılığın, islâmi kapitalizmle, laik kapitalizm arasındaki fark kadar olduğunu düşünebilirsiniz, öyle bile değildir. Tarikatlarla, cemaatlerle dostlukları hep bakidir. “Türkiye Cumhuriyeti; şeyhler, dervişler, müritler, mensuplar memleketi olamaz. En doğru ve en hakiki tarikat, tarikat-ı medeniyedir. Medeniyetin emrettiğini ve talep ettiğini yapmak, insan olmak için kâfidir.” diyen büyük önder göçtüğünden beri tarikatlara, cemaatlere aşkları hep büyümüştür. Aralarında yalnızca kapitalist hırsızlık düzeninin devamı bakımdan değil, diğer bakımdan da pek fark yoktur, biliriz.

 

Faizi anlatacaktık, faize gelemedik mi? Tekrar edelim öyleyse: “Faizin doğrudan bir hırsızlık biçimi olarak tanımlanması, onu parçası olduğu sistemin bütününden ayrıştırıp, bütünü aklarken parçayı istisnai bir kavram olarak suçlayan kolaycılığa kapı aralamaktaysa veya böyle anlamaya imkan kılacaksa biraz daha açalım öyleyse: Kapitalizm bir hırsızlık organizasyonudur, faiz bu organizasyonun çalma biçimlerinden yalnızca biridir.”

 

Hani en son bizim para babalarına yetiştirmek için kıymanın yarısını vermiştik ya, hah o arada merkezde basılan paralar enflasyona neden olunca, doğal olarak faizler fırlayıverdi. Enflasyon yüksekken, faizi arttırmazsan, eldeki paranın alım gücü sürekli düşeceği ve bugün alabildiğini yarın alamayacağın için, paralar kendi kendine erimesin diye herkes parayı mala basar. Tabiri mazur görün, öyle denilir, fabrikatörü de, holdingi de, esnafı da, küçük ailesi de alabildiği kadar mal alır, çünkü yarın o paraya o malı alamayacaktır. Böylelikle sizin % 30’dan %20‘ye nasıl düşürürüz diye düşündüğünüz enflasyon bir bakarsınız % 120 olmuş! Sonra 6.000 TL’ye kiralık ev var diyen TÜİK icat etmek zorunda kalırsınız. Faizi de fırlattığımıza göre para babalarımızın kur korumalı bitti diye üzülmesine de gerek bırakmamış olduk. Yine döndük dolaştık, bir avuç kalantorun servetine servet katmayı başardık, çünkü kapitalizmde kasa her zaman kazanır. Faiz, kapitalizmde mülkiyetin esasıdır. Parayı verenin, parayı alana, “bu verdiğim para benim, ona göre” demesinin yoludur. Para, “onun” olduğu için o faiz verilir. “Onun” olmasa faiz de olmaz, mülkiyet de. Meselenin, mülkiyet karşıtlığıyla, servet düşmanlığıyla hiçbir ilgisi yoktur. Bir avuç burjuvaya ihtiyacından milyonlarca kat fazlasını veren bir düzen, milyonları, milyarları aç, yoksul, sefil bırakan bir düzendir. Buna da hırsızlık denir. Emek sömürüsüyle çalar, enflasyonla çalar, faizle çalar, kıtlık rantıyla çalar, çalmanın yolu kapitalizmde çoktur ve o yüzden kapitalizmdir, kapital yani para onun putudur! Tanrıyla aracıyı kaldırmak için yıkılan putların yerine tarikatlar, cemaatler geçmiştir, hepsi puttur artık, Tanrıyla inananın şah damarı arasına girmiştir, insanı şah damarından böylece kesmiştir. Kapitalizmde putlar çoktur. Sermaye düzeninin karşısına dikilmeden, faize karşı çıkmanın da hiçbir yolu yoktur.

 

Commentaires

Les commentaires n'ont pas pu être chargés.
Il semble qu'un problème technique est survenu. Veuillez essayer de vous reconnecter ou d'actualiser la page.
bottom of page